Karaçam Köyü

Bir Kelimeye Cenneti Sığdırmak

Hasan ÖZDEMİR

Yazarın şu ana kadar yazılmış 81 makalesi bulunuyor.

Bir Kelimeye Cenneti Sığdırmak  

Evin bir köşesine oturup doya doya yazı yazmak (hatıralara dalmak) nasip olmadı daha.

Eskilere göz atıyorum şimdilik, onları düzeltiyorum, elden geçiriyorum.

Eminim ve biliyorum ki annem beni bir yerlerden izliyor.

Mutlu mutlu izliyor, tebessüm dolu gözlerle izliyor, elinde tesbihiyle izliyor, dilinde duayla izliyor.

Bir ömür her türlü zorluk karşısında dağlar gibi duran ve değişmeyen annem, dünyasını değiştirdikten sonra niçin değişsin ki!

(“Leylâ’yı götürüp Londra’nın ortasına bıraksam

Bir bülbül gibi yaşamasını değiştirmez çocuktur.” Sezai Karakoç)

Hem anne her yerde annedir.

Her dilde, her iklimde, her gönülde, her çağda, her iki dünyada.

Ne çok istiyordu annem, ömrünü geçirdiği bahçede bir ev yapmamı.

Sevgiyle yeşerttiği, canlı tuttuğu yere geri dönmemi.

Sağken olmadı.

Ona hayat veren ve aynı zamanda onun hayat verdiği bahçede ev yapmaktan ne zaman bahsetsem dili açılır, gözleri parlardı. Bu yüzden olacak, yeni tamamladığım ama hâlâ birçok eksiği olan köydeki evime her gittiğimde, bir köşesine oturup düşler kurmaya başladığımda, çiçekleri, ağaçları, kuşları, kedileri, gökyüzünü, sessiz sedasız akıp duran dereyi seyre daldığımda, uyuduğumda, rüya gördüğümde, uyandığımda rüzgârını emmiş, suyuna kanmış, güneşine doymuş, toprağını bulmuş çiçekler gibi oluyorum. Kokum da değişiyor nefes alıp verişim de. Hayatım da renkleniyor umutlarım da. Kalbim de huzur buluyor bedenim de. Çiçekleniyorum, içime tarifi imkânsız bir yaşama sevinci ve mutluluk doluyor.

Biliyorum bir yerlerden annem beni izliyor.

Yine biliyorum ki annem beni/evimi gördükçe sevinçten yerinde duramıyor.

 

Cennet kuşu artık annem.

O güzeller güzelini ebedî aleme uğurladıktan sonra bir süre bir şey yazamadım. Yapamadım. Yiyemedim. Hatta yaşamadım. İnsanlarla ve dünyayla olan bağımı mümkün olduğunca aza indirdim. İzinin olduğu yerlerde dolaştım, su içtiği çeşmeden/tastan su içtim, yürüdüğü yolda yürüdüm, dilinden düşürmediği duaları andım. Sonsuz bir düşme hissi, annesizlik/çaresizlik refakat etti bunların hepsine. İçine cenneti sığdırdığım kelimelerin boynu büküktü.

Sükûnet yağdı içime aylarca.

Bitmeyecekmiş, gitmeyecekmiş gibi yağdı.

Neden sonra annemin güllerini önüme koyarak bir şeyler karalamaya çalıştım.

Annem gülleri, kedileri, çocukları, ağaçları çok severdi.

 

Kalemimin çözülmesinden sonra yazabildiklerimden küçük bir seçki yaptım sizin için:

 

“Arkada bir şey bırakmadan gitti annem.

Şefkati, merhameti yanında götürdü.

Dokuz çocuğun annesiydi, benim Emine annemdi.

Çiçekler de kediler de bahçe de mahalle de yetim kaldı onsuz.

İçimde bitmeyen bir düşme duygusu, hiçbir şeye tutunamama hissi.

Dualarınıza, içinizden gelecek güzel temennilere talibim.

Annemi son gününde, bizi en zor günümüzde yalnız bırakmayan bütün akrabalarıma, hemşerilerime, dostlarıma teşekkür ediyorum.

Allah razı olsun.

Varlığınız daim olsun.

Her ayrıntıyı planlayan ve sabahın beşinden akşamın alacakaranlığına kadar bizi yalnız bırakmayan köyümüzün yöneticilerine, idarecilerine, onlara destek verenlere ayrıca teşekkür ediyorum.

Allah cümle ölülerimize rahmet eylesin.

Telefonlarına cevap veremediğim dostlarım haklarını helal etsinler.

Onlardan bir süre daha anlayış bekliyorum.”

“ ‘Kalbime öğütlemesiydi annem,

Dua dua O’na tutunmayı,

Ne yapardım ben,

Güneşi, ayı,

Dünyayı?’

 

Ne zaman söyledim bunları hatırlamıyorum.

Annemi, genç yaşta kaybettiği biricik annesinin yanına uğurlayalı birkaç ay oldu.

Zamanın bir şeyleri onardığını, örttüğünü düşünürdüm.

Öyle değilmiş.

İçimdeki düşme, tutunamama hissi her gün biraz daha derinleşiyor.

Hayatımın en acı kırılmasını ‘duasız kalmak’la yaşadım.

Tam ortasındaydı annem gittiğim yolun, ona uğrar, duasını alır, yoluma kuş gibi devam ederdim.

Yine yolumun tam ortasında, bu sefer o benden dua bekliyor.

Bekleyen oldu annem.

Biliyorum, içimdeki ateşi üç beş damla gözyaşı söndürmeyecek.

Yine biliyorum ki, eksilmeye devam edeceğim, ta ki toprakla ve annemle tamamlanıncaya kadar.”

“Kendisine anlattığım her hayalimden sonra annemin “İnşallah de oğlum inşallah de!” sesi, ikazı kulaklarımdan hiç gitmiyor.

Bu yüzden bu kelime bana ne çok şey anlatır ne çok şey çağrıştırır bilemezsiniz.

Annemin yüzündeki çizgilerin hepsinde “inşallah”ın tevekkülle harmanlanmış ve kadere boyun eğmiş nabzı atardı.

“İnşallah” önce annemin, sonra benim, göğün maviliğine uçurduğumuz uhrevî birer suskunluktu.

Kayıtsız ve şüphesiz birer boyun eğişti.

Ve “inşallah” öyleydi.

 

Annem artık cennet kuşu.

Öksüzlüğüm hiç dinmedi.

Dua beklerim.”

“Yıllar önce bir büyüğümle şehir değiştirmeyi konuşuyorduk.

Adı geçen her şehirden sonra ‘orası uzak’ diyordum.

Büyüğüm sonunda sormuştu:

-Nereye uzak?

Cevap verememiştim.

Cevabını şimdi buldum:

-Anneme…

Anne, dünyanın, merhametin, şefkatin merkeziymiş, geç anladım, siz geç kalmayın ne olur.”

 

Doğru demişim, anne insanın ve kâinatın merkezidir. Her şey onun etrafında döner. Anne beklentisiz sevgi demektir, merhamet, iyilik ve güzellik demektir. Anne Tanrı’nın insana en büyük armağanıdır. Anne can taşıyan tüm varlıkların ilk öğretmenidir. Hatta insanla birlikte cümle varlıkların, tavşanların bile.

Bir belgeselde seyretmiştim.

Bir tavşan yiyecek bulmak için yavrularından ayrılırken onları toprağa gömüyor ve üstünü örtüyordu.

(Evet evet, toprağa gömüyor ve üstüne toprak atıyor.)

Karnını doyurduktan sonra geri geliyor yavrularının üstüne örttüğü toprağı açıyor, onları besliyor ve yine gidiyordu bir şeyler aramaya.

(Zalim bir avcıya rastlayıp canından olmazsa yine gelecek, yine yavrularını doyuracak, gelemezse yavrular orada ölüme yatacak.)

Bu durum defalarca tekrarlanıyordu.

Anne ve hayatta kalmaya çalışan yavruların dramatik hikâyesi içime işledi.

Anne tavşanı bu kadar tedirgin eden bütün tehlikeleri tek tek düşündüm.

Birinci sırada insanlar geliyordu.

Merhametlerini diri diri toprağa gömen insanlar.

Türümden ve kendimden utandım.

Bilerek ve isteyerek hayvanlara zarar verenlerle arama iç dünyamda bir duvar ördüm.

Duvara şöyle bir levha astım:

“Merhameti olmayanlar bu tarafa geçemez!”

Bugüne kadar bir antoloji hazırlayacak kadar anne şiiri okudum desem abartmış olmam.

O hâlde gelin Ahmet Erhan’ın “Anne” şiiriyle yazıyı bitirelim. Söz konusu olan çocukları olunca yerinde duramayan, üç kişilik beş kişilik yaşayan, yorulmayı unutan bir anneyi anlatıyor bu şiir.

Hepimizin annelerine ne kadar da benziyor:

 

“Bırak kalsın masada ekmek,

testide su

Ayna puslu, pencere camı kirli

Bırak kalsın saçların dağınık,

gözlerin uykulu.

Saksıdaki çiçek susuz, kedi

yalını bekler bir köşede

Bırak kalsın meyve ağaçta,

kırlangıç havada

Dama düşen ince yaz yağmuru…

Yoruldun artık, bütün gün

didinip durdun

Toprak bile, gök bile, deniz bile

bir yerde yorulur

Bırak kalsın süpürge duvarda,

sabun kovada

Anne, gel yanıma otur.”

 

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ